3 Haziran 2012 Pazar

Ahmet Haşim'in Hayatı ve Merdiven Şiiri


Ahmet Haşim (d 1885, Bağdat - ö 4 Haziran 1933, İstanbul), sembolizmin öncülerinden Türk şair

== Yaşamı==


Bağdat'ta doğmuştur Babası mülkiye kaymakamlarından ve Bağdad'ın eski ve bilinen ailelerinden birine mensup Hikmet Bey'dir Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili gördü Dil olarak da aynı sebepten sadece Arapça öğrendiAnnesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul'a geldi1897'de Galatasaray Sultanîsine yatılı olarak verildi 1907'de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk'a devam etti Birinci Dünya Savaşı'ndaki askerliği (1914 - 1918) sırasında Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu 1924'de Paris'e 1932'de de hastalığı sebebiyle Frankfurt'a gitti Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı Sanâyi-i Nefise Mektebinde (Güzel Sanatlar Akademisi) mitoloji dersleri hocalığı ve Mülkiye Mektebindeki Fransızca öğretmenliği görevlerine ölünceye kadar devam ettiHâşim'in sanat ve edebiyata ilgisi Galatasaray Sultanîsinde başlar Bilinen ilk manzumesi "Leyâl-i Aşkım" 1901'de "Mecmua-i Edebiyye"de yayınlandı Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin'in tesiri altında kaldı Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı1905 - 1908 tarihleri arasında yazdığı ve Piyâle kitabına aldığı "Şi'r-i Kamer" serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi1909'da kurulan Fecr-i Âtî'ye girdi "Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek" prensibinden hareket eden Fecr-i Âtî grubunun yayın organı Servet-i Fünûn dergisinde şiirler yayınladı ve Servet-i Fünûn - Edebiyat-ı Cedide) topluluğuna yapılan hücumlara makaleleriyle katıldı 1911'de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı Fecr-i Atî dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kaldı


==Edebi kişiliği== 


Şiir anlayışını önce Dergâh'ta "Şiirde Mânâ ve Vuzuh" makalesinde, sonra da Piyâle'nin önsözünde "Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar" adıyla açıkladı Haşim'e göre; şiirin dili "nesir gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın"dır Bu dil bir açıklama vasıtası değil bir telkin vasıtasıdırŞiirde önemli olan "kelimenin mânâsı değil, cümledeki telaffuz kıymetidir" Şiirin anlam bakımından açık olması gerekmez"En derin ve en müessir (tesirli) şiir herkesin istediği tarzda anlayacağı" şiirdir Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır Konu ise sadece terennüm için bir vesiledir
Bu şiir anlayışıyla sembolistlerin şiir anlayışı arasında yakınlık bulunmaktadır Ancak sembolist şiirin esas unsuru olan sembol Hâşim'in şiirlerinde yoktur Dış âleme ait gözlemlerinin iç âlemde yarattığı izlenimleri aksettiren şiirleri onun empresyonist (izlenimci) şiir anlayışından etkilendiğini göstermektedir
Şiirlerinde yalnız aruzu kullandı Çocukluk anıları, aşk ve tabiat şiirlerine hakim olan temalardır İçine kapanık ve hassas bir insan olan Hâşim'in şiirlerinde gerçek hayattan uzak, hayalî bir âleme sığınma isteği görülür 1921 e kadar yazdığı şiirlerinin dili Servet-i Fünûn dilinden farksızdır Bu tarihten sonra yazdıklarında konuşma diline yaklaştığı görülmektedirÇeşitli nazım şekillerini denedi; daha çok da serbest müstezatı tercih etti
Şiir dışında, nesir alanında fıkra, [deneme], gezi notları ve hatıra türünde yazılan yazıları da vardır Nesir dili şiirlerinden daha sadedir Nesirlerinde açık, berrak, nükteli, bazen de alaycı ve iğneleyici bir üslûp kullandı


==BİR ŞİİRİ==


MERDİVEN


Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden 
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak 
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak… 
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta 
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta… 


Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller 
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller 
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? 
Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta 
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta… 


AHMET HÂŞİM 


Ünlü bir şair, Ahmet Haşim! 
Büyük bir şiir, Merdiven! 


Şiir, beşlik iki bentten oluşuyor. Ahmet Haşim, bütün şiirlerinde olduğu gibi “Merdiven” şiirinde de aruz ölçüsü kullanmış. Bir dizi sözcükte “r” sesinin kullanılıyor olması bir iç ahengin oluşumuna katkı sağlıyor. Uyaklar özenli. 


Şiir, bir ikilemeyle başlıyor. (Ağır ağır...) Merdiven, güneş rengi yapraklar, sararan sular, kızıl havalar, biten bir gün, solan bir yüz ve ağlayan insan… birinci bölümde dikkati çeken sembollerdir. 


Divan şiirinde “mazmun” denen kalıplaşmış sözler kullanılırdı ki, her biri sevgilinin bir özelliğini anlatırdı. Ahmet Haşim’in şiirinde ise bu rolü daha geniş bir işlev yüklenerek bazı semboller üstleniyor. Şiirde kullanılan bu özel sözcükler, yani semboller anlatıma sisler içinde belli belirsiz sezilen bir anlam ve ahenk sağlamaktadır. Anlam yoğunluğu sağlayan kesişim noktalarını oluşturmaktadır. 


Ahmet Haşim, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” adlı denemesinde şiir dilini “sözle musiki arasında, sözden daha çok musikiye yakın ortalama bir dil” olarak tanımlamıştı. Merdiven şiirinde bu dili ve söyleyişi yakaladığını görebiliyoruz. 


Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden 
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak 
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak… 
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta 
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta… 


Bu dizelerde belirgin renkler sarı, turuncu (güneş rengi yapraklar, sararan sular, solan yüz) ve kızıl’dır. Mevsimlerden sonbahar; gün içinde, akşamüzeri ve akşam saatleri… Belirgin duygu ise hüzün’dür. Hüznün nedeni, şimdilik sezilen ama giderek belirginleşen ‘kaçınılmaz bir son’dur. Hem günün sonu, hem yaz sonu, hem de gençliğin, bir ömrün sonunu düşündürmektedir bize. 


Hüzün duygusunun kaynağı hakkında, bir sona yaklaşmanın yanı sıra henüz hayattan isteklerinin, beklentilerinin gerçekleşmemiş ya da murad alamamış olmakla ilgili olduğu da söylenebilir. 


Konuşan kişi, yani anlatıcı, yani şair bir güzele seslenmektedir. Sevgiliye, bir güzele seslenildiğini ‘eteklerinde güneş rengi yapraklar’ olmasından ve göklere bakıp ağlamasından anlıyoruz. Bu şiiri yorumlayanların genellikle bu kadın figürünü yok sayıp ‘genel olarak insana, insanlığa’ seslendiğini var saymaları ilginçtir. Öyleyse şair, sevgiliye zamanın hızla geçtiğini hatırlatarak örtülü olarak bir ‘aşka davet’ te bulunuyor. Hem doğada hem sevgilide bir solma ve sona yaklaşma vardır. Hatırlatıyor. Karanlık, akşam, tüm güzellikleri örtecektir. 


“Merdiven” şiire ad olarak da kullanılan bir semboldür. Söz sanatı olarak çok sayıda açık istiarelere başvurulmuş bu dizelerde. Merdiven, x olarak düşünülürse, x’e verilen anlamlar kadar şiirde anlam çeşitliliği ve zenginliği oluşmaktadır. Merdiven’e “hayat yolu” dersek başka, “şöhrete giden yol” dersek başka, “şampiyonluğa giden yol”, “başarıya giden yol” dersek başka anlamlar ve yorumlar elde ederiz. Böylece şiirin anlamı her okuyana göre zenginleşir ve çoğalır. Her yaşa hitap edebilecek bir esneklik kazanmış olur… Buna rağmen merdivenin en genel anlamlısıyla “hayat yoluyla” eşleştirilmesi, inişleri ve çıkışlarıyla bir ömrü sembolize ettiği görüşü yaygındır. 


Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller 


Gül, şen şakrak sevgiliyi anlatır. 
Gül, mağrurdur, alımlıdır, işvelidir, can yakar… 
Âşıkları uykusuz bırakır… 
Ama boynunu bükmüşler! 
Üzmüşler. 
Kanıyor! Sürekli acı çekiyor güller! 
Güzeller mutsuz! 
Hiç olacak şey mi? 


Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller 


Alev ve kan… ikisi de kırmızı… 
Kırmızı; aşkın, coşkunun rengidir. 
Güller kırmızı, bülbüller kırmızı… Bülbüller gülün aşkıyla yaralıdır. Aşkın ateşiyle nar’a dönmüşlerdir ve bekleyiştedirler. Benzetmelere yer verilmiş bu dizelerde. 
Sevenler ve sevilenler hep acı çekmektedirler. 


Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? 


Sular mı yandı? 
-Tecahülü arif sanatı yapılmış- 
Şair, bildiği halde bazı şeyleri bilmezden geliyor. -Ve istifham- 
Hiç olmayacak şeyler mi oluyor? Dünyanın sonu mu geldi? 
Sular doğal renginde değil, mermer bile kırmızıya çalıyor… 
Un var, yağ var, şeker var… 
İnsanlar neden mutsuz? 
Sevenler neden acılar çeker? 
Ömürler aşkla, bekleyişle, yaşanmamışlıklarla öylece geçer… 


Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta 
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta… 


Bu gizli bir dert, gizli bir hüzündür ki ruha dolmakta, şu kızıl havaları seyret ki bu aşk, bu coşku bir bilinmeze, bir karanlığa, kaçınılmaz bir sona doğru akmakta… Yeryüzünü baştan sona bir hüzün kaplamaktadır. 


Ve insanlar bir coşkuyu, bir güzelliği, yakıcı bir hüznü kendi içlerinde yana yana ‘bir başına akşamlar’ına taşımaktadırlar.

2 Haziran 2012 Cumartesi

Necip Fazıl Kısakürek-Kaldırımlar


KALDIRIMLAR


I


Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.


Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.


İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.


Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.


Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!


Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.


Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; 
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.


Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...


II


Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.


İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.


Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...


Necip Fazıl KISAKÜREK
III


Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.


Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.


Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.


Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...

Sezai KARAKOÇ- Mona Roza



Mona Roza şiirinin her kıtasının baş harflerine dikkat edersek Muazzez Akkayam ismi ortaya çıkar. 
Sezai Karakoç üniversitedeyken bir okul arkadaşına sevdalanır.. Fakat kendisini yakışıklı bulmadığı için ona bir türlü açılamaz.. 
Bir gün cesaretini toplayıp aşkını Muazzez Hanım´ a arzeder..Fakat reddedilince çok üzülür.. 
Neyse okullar tatil olur..Muazzez hanım Geyve´ de yazlıkta kalmaya başlar.. 
Sezai Karakoç ta tam karşısındaki yazlığın bahçesinde bahçıvan olarak çalışmaya başlar.. 
Her gün karşılıksız sevgi duyduğu sevgilisinin pencereye çıkmasını bekler.. 
Derken okul başlar Sezai evlenme teklif eder Muazzezine yine reddedilir, Muazzez sınıfın en hovarda öğrencisine aşıktır çünkü..Okul biter Muazzez hovarda delikanlı ile evlenir..Sezai karakoç 19 yaşındayken okulun kantininde yazar Mona Roza şiirini..Birgün öğrenirki o canını verecek kadar sevdiği Muazzezi mutsuz evlilik yapmış ve eşinden boşanmıştır. 
sezai karakoç katıldığı bir törende mona roza şiirini okur ve bu şiiri ilk kez orda okumuştur... 
muazze akkaya da ordadır ve bu şiirin kendine yazıldığını anlar şiir bitince salonda müthiş bir alkış tufanı kopar Sezai karakoç sahneden tam ineceği sırada Muazzez Hanım koşarak yanına gelir 
ve beni hala istiyor musun der!!! 
Sezai Karakoç çok ama çok sevmesine rağmen verdiği cevap şudur 'ARTIK MONA ROZA YAZILDI' 
Bunu duyan Muazzez eve gider ve ertesi gün muazez hanımın intahar ettiği haberi duyulur.... 
o gün bugündür Sezai Karakoç evlenmemiş ve kimseyi sevmemiştir.... 
Bu sevgi kendisini İlahi AŞKA ulaştırmıştır.. 
Bende de derin izler bırakır bu şiir.Tüm sevipte kavuşamayanlar dilerim İlahi Aşka nail olurlar.. 


MONA ROZA 

Mona Roza, siyah güller, ak güller 
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak 
Kanadı kırık kuş merhamet ister 
Ah, senin yüzünden kana batacak 
Mona Roza siyah güller, ak güller 


Ulur aya karşı kirli çakallar 
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa 
Mona Roza, bugün bende bir hal var 
Yağmur iğri iğri düşer toprağa 
Ulur aya karşı kirli çakallar 


Açma pencereni perdeleri çek 
Mona Roza seni görmemeliyim 
Bir bakışın ölmem için yetecek 
Anla Mona Roza, ben bir deliyim 
Açma pencereni perdeleri çek... 


Zeytin ağaçları söğüt gölgesi 
Bende çıkar güneş aydınlığa 
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi 
Seni hatırlatıyor her zaman bana 
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi 


Zambaklar en ıssız yerlerde açar 
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur 
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar 
Işıksız ruhumu sallar da durur 
Zambaklar en ıssız yerlerde açar 


Ellerin ellerin ve parmakların 
Bir nar çiçeğini eziyor gibi 
Ellerinden belli olur bir kadın 
Denizin dibinde geziyor gibi 
Ellerin ellerin ve parmakların 


Zaman ne de çabuk geçiyor Mona 
Saat onikidir söndü lambalar 
Uyu da turnalar girsin rüyana 
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar 
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona 


Akşamları gelir incir kuşları 
Konar bahçenin incirlerine 
Kiminin rengi ak, kimisi sarı 
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine 
Akşamları gelir incir kuşları 


Ki ben Mona Roza bulurum seni 
İncir kuşlarının bakışlarında 
Hayatla doldurur bu boş yelkeni 
O masum bakışlar su kenarında 
Ki ben Mona Roza bulurum seni 


Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza 
Henüz dinlemedin benden türküler 
Benim aşkım sığmaz öyle her saza 
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler 
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza 
Muazzez AKKAYA


Artık inan bana muhacir kızı 
Dinle ve kabul et itirafımı 
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı 
Alev alev sardı her tarafımı 
Artık inan bana muhacir kızı 


Yağmurlardan sonra büyürmüş başak 
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış 
Bir gün gözlerimin ta içine bak 
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış 
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak 


Altın bilezikler o kokulu ten 
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne 
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen 
Bir tüy ki kapalı gece ve güne 
Altın bilezikler o kokulu ten 


Mona Roza siyah güller, ak güller 
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak 
Kanadı kırık kuş merhamet ister 
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak! 
Mona Roza siyah güller, ak güller